Dr. Mustafa Uluçay


Zulüm, haksızlık ve işgaller karşısında Müslümanca tavır: Bediüzzaman Örneği

Zulüm, haksızlık ve işgaller karşısında Müslümanca tavır: Bediüzzaman Örneği


ZULÜM, HAKSIZLIK VE İŞGALLER KARŞISINDA  MÜSLÜMANCA TAVIR: BEDİÜZZAMAN ÖRNEĞİ 

İslâm tarihinin sayfaları zafer ve fetihlerle dolu olduğu gibi, mağlubiyet ve hezimetlere de sahne olmuştur. Zaferler bir nimettir, şükür ister. Mağlubiyetler de imtihandır, ders ve ibret almamız gerekir. Şu anda, sizler bu satırları okurken, tarihte eşi benzeri görülmemiş bir zulüm ve vahşete şahit oluyoruz ne yazık ki. Akif’in meşhur mısralarını bugün şöyle okumak mümkün:
Yedi iklimi cihanın, duruyor karşımızda
İsrail’le beraber: Amerika, İngiltere, Almanya!
Çehreler başka, lisânlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Evet, bu kanlı sahnelere her gün, her an ve günlerdir şahit oluyoruz. Ve maalesef ferdî olarak elimizden pek bir şey gelmiyor. 

Bu yazıda, zulüm ve haksızlıklar karşısında Müslümanca nasıl tavır almak gerektiği konusunu, son asır İslâm âlimlerinden Bediüzzaman Said Nursi örneği ile anlatmaya çalışacağım.
Üç devir yaşamış bir âlim Bediüzzaman. Üç devir: Meşrutiyet, İttihat-Terakki, Cumhuriyet. Bu üç devir, büyük devrilişler, yıkılışlar, çöküşlerle doludur. Meşrutiyet döneminde, meşrutiyetin İslâm'a uygun olması için çırpınan, İttihat-Terakki devrindeki zulümlere baş kaldıran, cihan devleti Osmanlı’nın çöküşüne yaşlı gözlerle şahit olan Bediüzzaman, yeni kurulan devletin temel taşlarının sağlam atılması için canhıraşane feryat etmiştir. Milli Mücadele saflarında yer almış, kalemi ve kelamıyla mücadeleye destek olmuştur. Daha sonraki hayatı da sürgünler, hapisler ve zehirlenmeler içinde geçen Bediüzzaman, 80 küsur yaşında, Urfa’da bir otel odasında ruhunu Rahman’a teslim eder. Üstad’dan geriye kalan dünyalık, bir sepet eşyadır.
Bediüzzaman’ın zulüm ve haksızlıklar, işgaller, ilhaklar karşısında nasıl bir tavır sergilediğini ana hatlarıyla şöyle anlatabiliriz:

1. ŞAHSININ MARUZ KALDIĞI ZULÜMLERE KARŞI TAVRI:
''Kimin himmeti milleti ise o tek başına bir millettir'' diyen Bediüzzaman, şahsı için değil, milleti ve ümmeti için yaşamış bir mücahittir. 28 sene zindan hayatına, 19 defa zehirlenmeye, her türlü zulüm ve işkenceye katlanmış ''Ben ehl-i dünyanın değil, kaderin mahkûmuyum…'' diyerek şahsının maruz kaldığı her türlü musibete sabır ve tevekkülle tahammül etmiştir. Tabii haksızlıklar, adaletsizlikler karşısında susmamış, hakkın hatırı için hukukunu müdafaa etmiştir. Fakat o müdafaalarında şahsını değil, daha çok davasını müdafaa eder. Tarihçe-i Hayat isimli eserindeki eşsiz müdafaaları hukuk tarihine geçecek metinlerdir.

 

 

2. MÜSLÜMANLARIN MARUZ KALDIĞI MUSİBETLERE KARŞI TAVRI:
Şahsına yapılan zulüm ve işkencelere tevekkül ve rıza ile mukabele eden Bediüzzaman, memleket ve âlem-i İslâm söz konusu olunca adeta bir aslan kesilir. Van ve çevresi Ruslar tarafından işgal edilince talebeleriyle cepheye koşar, düşmana karşı kahramanca mücadele verir. Birinci Cihan Harbinde gönüllü alay kumandanı olarak vazife yapar. Daha sonra Ruslar’a esir düşer. Esaret yılarına ait olan şu vakıa da meşhurdur: 
Bir gün Rus kumandanı esirleri teftişe gelir. Teftiş esnasında Bediüzzaman yerinden kalkmaz. Kumandan tercüman vasıtasıyla ''Beni herhalde tanımadılar?'' der. Bediüzzaman: ''Tanıyorum, Nikola Nikolaviç’tir.'' Kumandan: ''Şu halde Rus ordusuna, dolayısıyla Rus çarına hakaret ediyorlar.'' Bediüzzaman ''Hakaret etmedim. Ben bir Müslüman âlimiyim. Müslüman, kâfirden üstündür. Binaenaleyh, ben sana kıyam etmem'' der. Bunun üzerine Bediüzzaman mahkemede yargılanır ve idamına karar verilir. Bediüzzaman atılacak kurşunlara göğsünü gereceğini beyan eder ve namaz kılmak için müsaade ister. Namazını eda ederken Rus kumandanı gelerek Bediüzzaman’dan özür dileyip, ''O hareketinizin mukaddesatınıza olan bağlılıktan ileri geldiğine kanaat getirdim, rica ederim, beni affediniz'' diyerek, verilen idam hükmünü geri aldırır.
Rus komutanın karşısında, idamı dahi göze alıp ayağa kalkmayan Bediüzzaman’ın, Türkiye’ye geldikten sonra, kendi vatanında uğradığı zulüm ve işkencelere sabır ve tevekkülle tahammül etmesi onun ''memlekette asayiş ve sükûnu muhafaza'' ve ''müspet hareket'' düsturuyla ilgilidir. Ayrıca bu tavır, Fetih Sûresi''ndeki ''Onlar kâfirlere karşı şiddetli ve izzetli, müminlere karşı da şefkatli ve merhametlidirler'' âyetinde ifadesini bulan Müslüman izzetini muhafaza eden bir duruştur. ''Ben kendi elemlerime tahammül ettim; fakat ehl-i İslâm''ın eleminden gelen teellümât beni ezdi. Âlem-i İslâm''a indirilen darbelerin en evvel kalbime indiğini hissediyorum'' diyen Bediüzzaman, Müslümanların dertleriyle dertlenmiş, onların maruz kaldığı zulüm ve musibetler için elinden ne geliyorsa yapmaya çalışmıştır. 
''Sizden kim bir münker(kötülük, zulüm vs) görürse onu eliyle düzeltsin. Buna gücü yetmezse lisanıyla düzeltsin. Buna da gücü yetmezse kalbiyle buğzetsin. Bu da imanın en zayıf mertebesidir.'' (Müslim, İman, 78) Hadis-i Şerifini kendisine şiar edinen Üstad, münker karşısında mümkünse fiilen tavır almış, onu eliyle düzeltmek için gayret göstermiştir. Buna imkân yoksa lisanıyla, hitabeleriyle ve yazılarıyla münkere karşı çıkmıştır. Bunun yanısıra, onun hayatı boyunca sürdürdüğü bir eylem daha vardır. Bu da düşmana karşı ekonomik savaş, yani boykot faaliyetidir.

BOYKOT:
Bediüzzaman, İslâm'ın ezeli düşmanları olarak tavsif ettiği -başta İngiltere olmak üzere- bazı Avrupa devletlerini hayatı boyunca boykot etmiş, onların ürünlerini kullanmamıştır. Buna tarihi bir örnek: Avusturya-Macaristan İmparatorluğu II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra, 6 Ekim 1908''de Bosna-Hersek’i bir oldu bittiyle ilhak etmişti. Bu hadiseyi protesto eden Osmanlı halkı, Avusturya mallarının satıldığı mağazalara ve hizmetlerinin verildiği kurumlara karşı boykot gerçekleştirdi. İstanbul’dan başlatılan boykot, hızla Balkanlar, Anadolu, Suriye ve Libya’ya kadar yayıldı. Bu sarsıcı eylem, araştırmacı R. Davison’un ifadesiyle ''modern zamanların en başarılı boykot'uydu'' 
Bediüzzaman da bu boykota fiilen katılmış, sayıları 20 bini bulan İstanbul’daki hemşehrilerini (Doğu Anadolu vatandaşları) boykota katılmaya teşvik etmiş, kendi ifadesiyle, Avrupa’ya karşı ''harb-i iktisadî'' [ekonomik savaş] ilân etmiştir.
Boykot olayının anlatıldığı Tarihçe-i Hayat’taki şu haşiye Bediüzzaman’ın yalnız Avusturya’ya değil, topyekun Avrupa mallarına karşı da boykot uyguladığını gösterir: ''Bediüzzaman''a zurafâdan (zarif insanlardan) biri, bir gün, irfanıyla mütenasip bir esvap (ilmine layık bir giysi) giymesi lüzumundan bahseder. Bediüzzaman: ''Siz Avusturya’ya güya boykot yapıyorsunuz; hem de onun gönderdiği kalpakları giyiyorsunuz. Ben ise bütün Avrupa’ya boykot yapıyorum. Onun için yalnız memleketimin maddi ve manevi mamulâtını giyiyorum” demiştir.

***
Büyük bilge devlet adamı Aliya İzzetbegoviç der ki: “Savaş ölünce değil; düşmana benzeyince kaybedilir”
Evet; Müslümanlar, şartlar ne olursa olsun düşmanına benzeyemez. Düşmanlar masumları, bebekleri, hastaları, hastaneleri bombalıyor diye, Müslüman da aynı filleri yapamaz. Onun düşmanlığı ve hedefi, zalimedir, zulüm kimden geliyorsa, onadır. Müslüman, haksızlık karşısında asla susmaz, münkeri eliyle düzeltemezse de diliyle düzeltmeye gayret eder, kalben de buğz eder. Boykot meselesi ise, fiilen yapabileceklerimiz arasında en önemlilerindendir. Hele, alenen Filistin işgaline ekonomik destek verdiklerini beyan eden firmaların ürünlerini asla almamamız, bu markaları boykot etmemiz elzemdir. “Benim boykotumdan ne olacak ki” diye düşünmemek lazım. Kim bilir, bu boykotlar dalga dalga yayılır, toplumda bir şuur oluşur ve ekonomik bir yaptırıma dönüşür. En önemlisi de, Nemrut’un yaktığı ateşe karşı ağzında bir damla suyla giden karınca misali, safımız belli olur. 
Allah mazlum Filistin halkına inşirah ve tahammül gücü versin, ölenleri şehadet makamıyla şereflendirsin. Bizlere de büyük bir şuur ve uyanış nasip etsin ve, ZALİMLER İÇİN YAŞASIN CEHENNEM