Dr. Mustafa Uluçay


ŞARK’IN EN SEVGİLİ SULTANI: SELÂHADDÎN-İ EYYÛBÎ

Köşe Yazarımız Mustafa Uluçay Yeni Köşe Yazısında:


TRT’de yayınlanan bir tarih dizisi var: “Kudüs Fatihi Selahaddin Eyyubi” Dizi, mukaddes şehir Kudüs'ü özgürlüğüne kavuşturan büyük komutan Selahaddin Eyyubi'nin hayat hikayesini konu alıyor. Dizi yayınlanmaya başladığı zamanlarda Gazze’de İsrail ablukası ve bombardımanı olanca şiddetiyle devam ediyor, Gazzeliler büyük bir metanetle direniyorlardı. Tabii, tarihi gerçekler filmler, romanlar ve dizilerden öğrenilmez. Bunlar ancak tarihsel gerçekliğe uygunlukları derecesinde değerlidir. Tarihe ilgi uyandırdıkları, tarihi sevdirdikleri için de ayrıca önemlidir. Dizinin yayınlandığı sıralarda Kadir Mısıroğlu’nun 12 yıl kadar önce kayda alındığı anlaşılan Selahaddin Eyyubi konulu bir videosu sosyal medyalarda dolaşıma sunuldu. Kadir Mısırlıoğlu söz konusu videoda büyük komutan Selahaddin Eyyubî’ye akıl almaz ithamlarda bulunuyor, onun “şişirilmiş bir kahraman” olduğundan bahsediyor, dost-düşman hiçbir akl-ı selim sahibi tarihçinin söylemediği hakarete varan ifadelerle Sultan’a saldırıyordu. Tabii bu videoyu gündeme getirenlerin niyetlerinin ne olduğunu tahmin etmek güç değil. Biz bu yazıda, Mehmet Akif’in “Şark’ın en sevgili sultanı” dediği Kudüs Fatihi Salahaddin Eyyubî’nin kaynaklara dayalı hayat hikayesini, başarılarını ve erdemlerini kısaca özetlemek istiyoruz. Ardından Kadir Mısıroğlu’nun iddialarına cevap vereceğiz.

HAYATI
Haçlılar’a karşı mücadelesiyle tanınan İslâm kahramanı, Eyyûbîler hânedanının kurucusu ve ilk hükümdarı Selâhaddîn-i Eyyûbî 1138 yılında, Bağdat’ın kuzeybatısında yer alan Tikrît şehrinde doğdu. Babası Necmeddin Eyyûb bu sırada Selçuklular’ın Tikrît valisiydi. Musul Atabegi İmâdüddin Zengî ile dostluk kurmuş olan Eyyûb, onun isteği üzerine aşiretiyle birlikte Tikrît’ten ayrılarak Musul’a gitti ve Zengî’nin hizmetine girdi. Zengî, 1139’da Ba‘lebek’i zaptedince Eyyûb’u bu önemli sınır şehrine vali tayin etti. Kardeşi Esedüddin Şîrkûh ise Zengî’nin kumandanları arasına katıldı. İmâdüddin Zengî ölünce oğlu Nûreddin Mahmud, Halep ve civarının hükümdarı oldu, Şîrkûh da onun en yakın kumandanı haline geldi. Nûreddin, Şîrkûh’u ordu kumandanlığına, Eyyûb’u Dımaşk valiliğine tayin etti. Böyle bir ortam içinde şehzade gibi yetişen ve iyi bir eğitim gören Selâhaddin genç yaşlarında Haçlılar’a karşı yapılan seferlere katıldı ve Dımaşk şahneliğine (askerî vali) kadar yükseldi.
 Amcası Şîrkûh’un kumandasında Mısır’a yapılan seferlere katılan Selâhaddin usta bir kumandan ve devlet adamı olarak temayüz etti. Şîrkûh’un ordusunun büyük kısmı Oğuzlar’dan oluşuyordu. Böylece Mısır’da Türk hâkimiyeti devri başlamış oldu. Şîrkûh ölünce Halife Âdıd, kumandanların baskısıyla onun yerine yeğeni Selâhaddin’i “el-Melikü’n-Nâsır” unvanıyla vezir tayin etti (26 Mart 1169). Amcasının ölümünün ardından Nûreddin Mahmud Zengî’nin Mısır’daki ordusunun kumandanı olan Selâhaddin, aynı zamanda Fâtımî halifesinin veziri olarak bu iki önemli görevi üstlendi. Selâhaddin, daha sonra Nûreddin Mahmud Zengî’ye danışarak onun nâibi sıfatıyla Mısır’ı müstakil bir hükümdar gibi yönetmeye başladı.
Mısır’a tam anlamıyla hâkim olan Selâhaddin orduyu yeniden teşkilâtlandırdı. Sünnî medreseleri ve yeni kurumlar açtı. Nûreddin Zengî’den gelen emir üzerine (1171) Fâtımî hilâfetine son verdi. Nûreddin Zengî ölünce (1174) yerine on bir yaşındaki oğlu el-Melikü’s-Sâlih İsmâil geçti. Selâhaddin, el-Melikü’s-Sâlih’e bağlı kaldı ve onun adına hutbe okuttu, para bastırdı. el-Melikü’s-Sâlih devleti idare edecek yaşta olmadığından devlet işlerini yürütecek bir nâib veya atabege ihtiyaç vardı. Kumandanları ileri gelenleri Selâhaddin’i Dımaşk’a davet ettiler. Bu sırada Yukarı Mısır’da çıkan isyanlar ile meşgul olan Selâhaddin, isyanı bastırıp Norman donanmasını yenilgiye uğrattıktan sonra Dımaşk’a gitmek için hazırlık yaptı. 12 Ekim 1174’te 700 süvarinin başında Kahire’den Dımaşk’a hareket eden Selâhaddin’in başlıca iki hedefi vardı: Nûreddin’in kurduğu devletin dağılmasını önlemek, Haçlılar’ın elinde olan Kudüs’ü ve diğer toprakları kurtarmak. Selâhaddin Dımaşk’ta coşkuyla karşılandı. Kendisiyle dost geçinmesi şartıyla Halep ve civarındaki birkaç önemli kaleyi el-Melikü’s-Sâlih İsmâil’e bıraktı. Bu arada sultanlığı Abbâsî halifesi tarafından tanındı, Suriye ve Mısır’daki hâkimiyeti onaylandı.
1183 yılını iç düzenlemeler ve Haçlılar’la uğraşarak geçiren Selâhaddin 1185’te çıktığı ikinci doğu seferinde Erbil ve Meyyâfârikīn gibi önemli yerleri topraklarına kattı. Musul Atabegleri (Zengîler) onun hâkimiyetini tanıdı.

KUDÜS FATİHİ
Selâhaddin bir yandan devleti dağılmaktan kurtarmak, Ortadoğu’da İslâm birliğini sağlamak için uğraşırken bir yandan da Haçlılar’la mücadele etmek zorunda kalmıştı. Hittîn denilen yerde Haçlılar’la yaptığı meydan savaşında büyük bir zafer kazandı (3-4 Temmuz 1187). Haçlı ordusu imha edildi, bir kısmı esir alındı. Esirler arasında Kral Guy de Lusignan ve Renauld de Châtillon da vardı.
Selâhaddin bu zaferden sonra hızlı bir fetih hareketine girişti. Filistin’de Akkâ, Taberiye, Askalân, Nablus, Remle, Gazze dahil birçok kaleyi ele geçirdi. Birkaç hafta içinde büyüklü küçüklü elli iki şehir fethedilmiş, sıra Kudüs’e gelmişti. Sultan 20 Eylül 1187’de Kudüs’ü kuşattı. Mi‘rac mûcizesinin yıl dönümü olan 27 Receb 583 (2 Ekim 1187) Cuma günü Kudüs’ü fethetti. Ertesi yıl Trablus Kontluğu ve Antakya Prinkepsliği’ne karşı sefere çıkan Selâhaddin, Trablusşam’a ait birkaç kale ile Antakya Prinkepsliği topraklarının çoğunu ele geçirdi. Diğer yandan Kudüs’ün ve birçok kalenin düşmesi üzerine bütün Batı Avrupa ülkelerinin katıldığı yeni bir Haçlı seferi düzenlendi. Haçlılar 1189’da Akkâ’yı kuşattılar. Selâhaddin ile Haçlılar arasında Akkâ önünde iki yıla yakın süren şiddetli savaşlar yapıldı. Fransa Kralı Philippe Auguste, Alman İmparatoru Barbarossa, İngiltere Kralı Arslan Yürekli Richard orduları ve donanmalarıyla gelip savaşa katıldılar. Akkâ 17 Cemâziyelâhir 587’de (12 Temmuz 1191) Haçlılar’ın eline geçti. Ancak Akkâ ile Yafa arasındaki sahil şeridini de ele geçiren Haçlılar’ın Kudüs’ü almak için yaptıkları teşebbüsler Selâhaddin tarafından başarısızlığa uğratıldı. 
Selâhaddin, 4 Mart 1193 tarihinde Dımaşk’ta vefat etti. Bu tarihte Mısır, Libya, Yemen, Filistin, Suriye ile Malatya ve Ahlat’a kadar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ve Hemedan’a kadar Kuzey Irak’ta onun adına hutbe okunuyordu. Yerine büyük oğlu el-Melikü’l-Efdal Ali geçti. 
Selâhaddin geniş bir alanı kapsayan bir siyasî birlik kuran büyük bir devlet adamıdır. Bu siyasî birlik Eyyûbîler’in ardından Memlükler’le devam etmiş, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Kahire’yi ele geçirmesiyle son bulmuştur. Türkler Selâhaddin devrinde Mısır, Libya, Kuzey Sudan, Hicaz, Yemen gibi yerlere hâkim olmuş, bu hâkimiyet asırlarca devam etmiştir. Selâhaddin kuvvetli bir ordu, iyi çalışan bir devlet teşkilâtı kurmuş, Fâtımî hilâfetini yıkarak bölgedeki ideolojik parçalanmaya son vermiştir. Onun ikinci büyük başarısı Kudüs’ü ve Haçlılar’ın elinde olan birçok yeri kurtarmasıdır. Kudüs’ü geri alması İslâm dünyasının en ünlü kahramanları arasında yer almasını sağlamıştır.
İmar faaliyetleriyle de yakından ilgilenen Selâhaddin’in devrinde Filistin, Mısır, Hicaz ve Yemen’de çok sayıda medrese, zâviye, cami, köprü, kale, hamam inşa edilmiştir. Bu dönemde İslâm dünyasının her tarafından Eyyûbîler ülkesine akın eden âlimler ve talebeler çok sayıda ilmî eser kaleme almıştır. Onun faaliyetleri kendisinden sonra gelen devlet adamlarına örnek teşkil etmiş, Suriye ve Mısır İslâm dünyasının önemli ilim merkezleri haline gelmiştir. Hicaz bölgesine, özellikle Mekke ve Medine’ye önem veren Selâhaddin “hâdimü’l-Haremeyn” unvanını kullanan ilk hükümdar olmuştur.

ONDAN KALAN MİRAS
Selâhaddin kaynakların ittifakla belirttiğine göre dindar, merhametli, cömert, güler yüzlü, vakur, sağlam iradeli, mert ve heybetli bir kişiydi. Her konuda Nûreddin Mahmud Zengî’nin takipçisi, onun başlattığı eserlerin tamamlayıcısı olmuş, yeni bir devlet kurduğunu bile iddia etmemiştir. Müslümanlar onun şahsında ideal bir sultan, Haçlılar gerçek bir İslâm kahramanı görmüştür. Doğulu ve Batılı tarihçilerin, yazarların eserlerinde kendisinden övgüyle söz edilmiştir. Sultanlığı döneminde aynı kişilerle çalışmış, onlara değer vermiştir. Emîrlerinden hiçbiriyle bir ihtilâfa düşmemiş, danışmanlarının görüşlerine daima önem vermiştir. Danışmanlarından Üsâme b. Münkız onu Hulefâ-yi Râşidîn devrini yeniden canlandıran bir kişi olarak anar.
Tarihçilerin anlattığına göre Selâhaddin zamanını ya ilim ya cihad veya devlet işleriyle geçirirdi. Kur’an’ı ezberlemiş ve iyi bir eğitim görmüştü. Arapça, Türkçe, Farsça ve Kürtçe biliyordu. İbn Cübeyr onun, “Af konusunda hata etmek haklı olarak cezalandırmaktan daha çok hoşuma gider” dediğini nakleder. Eman verdiği kişileri kesinlikle cezalandırmamış, Haçlılar onun bu yönünü çok takdir etmiştir. Aşırı derecede cömert olduğu, öldüğünde özel hazinesinden sadece 1 Mısır dinarıyla 36 veya 47 Nâsırî dirhemi çıktığı kaydedilir. İmâdüddin el-İsfahânî, Selâhaddin’in savaşa girdiği zaman kendi atını askerlere verip başkasından at istediğini, herkesin onun atına bindiğini ve onun iyiliğini beklediğini söyler. (Selahaddin-i Eyyûbî’nin siyasi hayatı, Eyyûbîler üzerine çalışmalarıyla tanınan Prof. Dr. Ramazan Şeşen’in birincil kaynaklara dayanarak hazırladığı makalelerden özetlenmiştir)
Bu kısa özetten sonra, Kadir Mısıroğlu’nun iddialarına kısaca cevap vermek yerinde olacaktır.
“Selahaddin-i Eyyûbî şişirilmiş bir kahramandır” Asla. Selahaddin-i Eyyûbî, tarihçilerin ittifakla kabul ettikleri gibi, İslâm tarihinin en önemli 10 büyük komutanları arasında yer alır. Onun “kahraman” olmak gibi bir derdi de yoktur. Kâfirlere karşı şiddetli, fakat müminlere karşı şefkatli bir sultandır. Şahsi hayatı son derece mütevazidir.
“Selahaddin-i Eyyûbî Zengî devletini yıkmış, yerine kendisi devlet kurmuş bir haindir(!)” Haşa lillah. Nûreddin Zengî ölünce yerine 11 yaşındaki oğlu el-Melikü’s-Sâlih İsmâil tahta geçmişti. Bu yaşta bir çocuğun devleti yönetmesi imkansızdı. Bu durumu gören devletin ileri gelenlerinden bir heyet Selahaddin-i Eyyûbî’yi vazifeye davet ettiler. Selahaddin bu daveti kabul etti, Zengî geleneğini aynen devam ettirdi. Daha sonraları devletin adı “Eyyûbîler” olarak anılmaya başlandı. Yani ortada yıkılan bir devlet yok, bir nevi yönetim değişimi diyebileceğimiz bir hadise var.
“Selahaddin-i Eyyûbî, komutanı Nureddin Zengî’nin dul eşi ile evlenmiştir” Evet, evlenmiştir. Evvela, meşru bir evliliktir, bunda yadırganacak bir şey yok. Nureddin Zengi vefat etmiş, tahta 11 yaşındaki bir çocuk geçmiştir. Devlet zor durumdadır. Selahaddin sorumluluk almış, devletin bekası ve bütünlüğü için kendisinden yaşça çok büyük olan dul bir kadın ile evlenmiştir. Bu evlilik, siyasi bir evliliktir. Hanedanın devamını sağlamak ve bölgenin birliğini korumak amacıyla bu evliliği gerçekleştirmiştir. Tarihte ilk de değildir. Tartışılacak hiçbir yanı yoktur. İslam coğrafyasındaki siyasi evlilik geleneği göz önüne alındığında, Selahaddin'in bu hamlesi tarihsel bağlam içinde anlam kazanır. Bu evlilik, Müslümanların güçlerini birleştirme ve bölgedeki istikrarı sağlama amacına hizmet etmiştir.
“Selahaddin-i Eyyûbî’yi batılı tarihçiler övüyor” Evet doğru, hakperest bütün tarihçiler Selahaddin-i Eyyûbî’nin büyüklüğünü itiraf ederler. Sadece batılı değil, İslam tarihçileri de bu konuda hemfikirdir. Batılı tarihçiler Hz. Ömer’i, Fatih’i, Yavuz’u övdüler diye -haşa- onları kötülemek mi gerekir?

SONUÇ:
Selahaddin-i Eyyûbî, İslâm Tarihinin en önemli komutanlarından, mücahitlerinden biridir. Selahaddin-i Eyyûbî, Müslümanlar için ideal bir devlet adamı ve ideal bir komutanın müşahhas hale gelmiş bir timsalidir. Mehmet Akif, Çanakkale Şehitlerine adlı manzumesinde Selahaddin-i Eyyûbî’yi “Şarkın en sevgili sultanı” unvanıyla takdim eder:
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran...
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın..
Yine Akif, “Bülbül” manzumesinde, şanlı mazimizi anarken Selahaddîn-i Eyyûbî’yi unutmaz:
“Ne hüsrandır ki: Şark’ın ben vefâsız, kansız evlâdı,
Serâpâ Garb’a çiğnettim de çıktım hâk-i ecdâdı!
Hayâlimden geçerken şimdi, fikrim hercümerc oldu,
Salâhaddîn-i Eyyûbî’lerin Fâtih’lerin yurdu.
(…)
Benim hakkım, sus ey bülbül, senin hakkın değil mâtem!”
Bediüzzaman, Divan-ı Harb-i Örfî isimli eserinde Selahaddin-i Eyyûbî’yi Celaleddin Harzemşah, Sultan Selim, Barbaros Hayreddin gibi komutanlarla birlikte zikreder, onları numune-i imtisal olarak takdim eder.
“Ey eski çağların cihangir Asya ordularının kahraman askerlerinin ahfâdı olan vatandaşlarım ve kardeşlerim! Beş yüz senedir yattığınız yeter. Artık uyanınız, sabahtır. (…) Hem de İslâmiyet milliyeti denilen mâzi derelerinde ve hal sahrâlarında ve istikbal dağlarında hayme-nişin olan ve Selahaddin-i Eyyûbî ve Celâleddin-i Harzemşah ve Sultan Selim ve Barbaros Hayreddin ve Rüstem-i Zâl gibi ecdatlarınızdan emsalleri gibi dâhi kahramanlarla bir çadırda oturan bir aile gibi, herkesi başkasının haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve hayat-ı ulviyenin enmuzeci olan İslâmiyet milliyeti size emr-i kat'î ile emrediyor ki: Ta her biriniz umum İslâmın mâkes-i hayatı ve hâmi-i saadeti ve umum millet-i İslâmın ferdî bir misâl-i müşahhası olunuz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür. Ve hamiyet-i İslâmiyenin galeyanı ile ahlâk da tekemmül ve teâlî eder.”

Not: Kadir Mısıroğlu’nun sözkonusu iddialarına Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil hoca da güzel ve açıklayıcı bir video ile cevap vermiştir. Aşağıdaki linkten izlenebilir: 
https://www.youtube.com/watch?v=Jok1T6i6KrM